Perşembe, Ağustos 20, 2009

Beyin

Beyin dedim de aklima geldi, insanin beyni kendine bu oyunlari oynuyorsa, baskalarinin beyinleri bize ne oyunlar oynar.

Asagidaki birinci resimde uzerinde A ve B yazan karelerin renkleri ayni. Ikincide de mavi ve yesil olarak gordugumuz renkler aslinda ayni renkler. Bunu benim yaptigim gibi basitce paint'te renk secip kendi olusturdugunuz yanyana kareleri boyayarak deneyebiliriz, inanabilirsiniz.

Ip yok, beyin var. O da yanlis calisiyor.




Cuma, Ağustos 07, 2009

Hayal

Cennetin olmadigini dusun,
altimizda cehennemin olmadigini,
uzerimizde yalniz gokyuzu oldugunu,
tum insanlarin sadece "bugun" icin yasadigini.
Bunu dusunmek kolay eger denersen.


Ulkelerin olmadigini dusun,
-ugrunda olmek yada oldurmek icin-
ve dinlerin olmadigini,
tum insanlarin, baris icerisinde yasadiklarini.
Zor degil dusunmek bunu.

Benim bir hayalperest oldugumu dusunebilirsin,
fakat bunda yalniz degilim.
Umuyorum, bir gun sen de bize katilacaksin
ve iste o zaman dunya tek bir vucut olacak.

Peki ya dusunebilir misin
mulkiyetin olmadigi,
acgozluluge ve acliga gerek kalmadigi,
tum insanlarin kardesce yasadigi ve
kardesce paylastiklari bir dunyayi?


Perşembe, Temmuz 09, 2009

Fal

Sinop’un etkisinden cikip Siirt’in etkisi altina girdiginiz su gunde kendinizi biraz yalniz hissedebilirsiniz. Biraz da sikkin, bikkin ve mutsuz. Fazlasiyla diyelim. Ama sikin biraz daha disinizi, Siirt'ten Adana'ya kac gunluk yol. Soyle Kyoto’ya gidin haftasonu, gelecek haftasonu da pazartesi gunu tatil gibi gorundugu icin (Manisa'nin yalancisiyiz) Tokyo’ya gidin, gitmisken Cirque du Soleil’i izleyin, acilirsiniz biraz.

Gunde 14 saat calisan insanlarin arasinda olmanin omuzlariniza yukledigi baskinin farkindayiz, sikintiniza bu da sebep oluyor olabilir. Islerinizi yetistiremeyebilecek olmanizin stresi de az uz degil hani.

Ozellikle “usta” olduktan sonrasi icin bir sey soylemek zor. “Filozof” olmak istiyorsunuz, eyvallah, ama nerde nasil? Bir bu kadar daha uzak ulkelerden gelen olumsuz cevaptan mi yakinasiniz yoksa bir kac saat otenizde olan ve olmak istediginiz yerdeki hali hazirda filozof insanlarin size hic cevap vermemelerinden mi! Bos mu verin? Duymamis olalim.

Keske sartlar farkli olsaydi da ulkenizde kalsaydiniz ama Siirt hic oyle demiyor. Acikca diyor ki: 7 seneni harcaman gerekecek filozof olmak icin, dersler alacaksin, yeterlilige gireceksin, az para kazanacaksin, isin olmayan bir suru is yapacaksin. Sen bilirsin?

Hayir sen bilmezsin, biz biliriz. Sen bakma Siirt’e.

Bak diger yandan ne diyor Siirt (dii mi Siirt):

-Evet. Dii. Sikinti yasadigin ulkede ise sadece 3 sene surecek filozof olusun, ders mers yok, hatta tez de yok. Yap arastirmani, cikar makaleni, istee buuu! Ustelik al sana para, al sana malzeme. Istemedigin kadar. Ama birazcik canin sikilabilir bu 3 senede. “Katlaniyor”mussun hissine kapilabilirsin. Olur o kadar. Olacak, olacak, olacak o kadar.

Tesekkurler Siirt. Falimiza geri donelim. Kararsizlik daha da bas gosterebilir. Hemen kara vermeyin, soyle bir Istanbul olsun once, Adana olsun, 1 ay gecsin ustunden sonra karar verirsiniz. Sevdiginizle konusun.

Salı, Haziran 16, 2009

Ucurtma

Ucurtma dedim de aklima geldi: Teyzemin kocasi hava guzel oldugunda bizi her pazar gol kiyisina piknige gotururdu. Her hafta da ucurtma yapardi yeni bir tane. Her hafta cakilirdi yere ucurtma. Her hafta daha buyugunu yapardi, daha uzun ip takardi ucuna, dogayi yenmek ister gibi, "Hadi bunu da dusur, goreyim" der gibi. Doga da hic sikine sallamaz, dusururdu onu da. Biz de 2 dakika ipin ucunu tutmak icin siraya girerdik. Selam verdirirdik ucurtmaya sanki cok bir sik oluyormus gibi. Ucurtma da verirdi selami hic sektirmeden, alay ederdi bizle "Kim kimle oynuyor, dusundunuz mu hic?" der gibi. Biz eglenmemize bakardik, o ucmasina. Sonra o duserdi yere, biz gidip bulmaya calisirdik. Suya cakilirdi genelde, oyle bakardik uzaktan. Ucurtma ucurmanin keyfi bogazimizda kalirdi 1 hafta kadar.

Babam da hic gelmezdi bizimle. Kahvede arkadaslariyla kagit oynardi. Anlatirdik ona soyle boyle diye, hic sikine sallamazdi.

Iste butun bunlar yuzunden, Istanbul'a donunce ucurtma yapip, Caddebostan'da ucurup, denize caktirip, babama anlaticam.

Pazartesi, Haziran 01, 2009

Bobrek Tasi Sureci

Muzdarip oldugum ve ikinci kere tecrube ettigim bu sureci yazayim dedim kendi kendime, sonra bir baktim yaziyorum. Ilkinde hastaligimdan bihaber sekilde yasadigim surecin ikincisi daha heyecanliydi. Cunku sonunda neyle karsilacagimi biliyor ve bekliyordum.

Once, protein agirlikli, bol tuzlu, bol bol kola icerek ve yeterince su icmeyerek gecen yillari yasiyorsunuz. Sonra bunlarin icindeki milyon cesit tuz birikiyor ufak ufak bobrekte. Bu kisim da eglenceli, hic bir sey hissetmiyorsunuz nitekim. Bu birbirine tutunan taşofilik tuzlar, voltran misali tasi olusturuyorlar sonunda. Kum gibi kum gibi cekip gidiyorlar bazi bazi. Burasi da guzel.

Voltranin uyeleri arasinda anlasmazlik cikinca ekip dagiliyor tabii ve daha buyuk gocler basliyor gun isigina dogru. Iste buyuk tasin gorece kucuk parcalari ureter'den (bobregi mesaneye baglayan boru) gecerken bobrek tarafinda basinci artiriyorlar, bobreginizin hacmi artiyor ve tam olarak "Böğür Ağrısı" diyebilecegim agri basliyor. Bogur agriniz varsa cok fazla sivi tuketmeyin, bobreginizi daha fazla sisirip daha fazla aci cekersiniz. Tahminen 1 gun kadar suruyor agri. Benim durumumda cok fazla olmasa da insanlarin bu agridan bayildiklarini duydum. Bu hareket sirasinda kanla karisik, kola renginde isiyorsunuz. Bende cok agri yoktu ama hareketlerimi kisitliyordu hissettiriyordu kendini. Bu bir gunun sonunda mesaneye gelen tas artik size 4-5 gun huzur verebilir. Bir asagi bir yukari oynuyor, zaman olduruyor sanirim.

Asil daha acili olan kismi sonra basliyor iste. Uretra'da (mesanenizi gun isigina baglayan boru) hareket gercekten acili. Ufacik tunelde yuvarlanan dev ve sekilsiz bir sey, duvarlara surte surte geciyor. Uretranizin neresinde oldugunu elinizle yoklayarak ve aciyi takip ederek anlayabilirsiniz. Bu andan itibaren bolca sivi tuketmekte fayda var. Ne kadar tazyikli iserseniz o kadar cabuk biter aci. Onceki postta gordugunuz canavarin cikmasiyla baraj duvari yikilmis gibi artiyor birden debi. Sonra bir ferahlama, bir gulumseme, suratta bir yayilma, gevseme. "Kemik Koleysiyoncusu"nda Angelina Jolie'den ogrenilen "nesnelerin yanina boyutlari belirli bir cisim koyma" teknigiyle fotograf cekme.

Sonra her seye yeni bastan, icinizdeki inci'yi buyutmekle basliyorsunuz.
Bobrek Tasi

Cumartesi, Mayıs 30, 2009

Zaman

Sizce “gelecek zaman” diye bir sey var mi? Gelecek zaman. Orda bekleyen ve gelecek olan zaman.

Zaman uzerinde yurudugumuz bir cizgi mi yoksa biz yurudukce gecen seye mi biz zaman, ve gelen zamana “gelecek zaman” diyoruz? Bir sonraki an gelecek zamandan caldigimiz an mi yoksa o an sadece “o an” mi?

Kaderden mi bahsediyorum yoksa? Kader diye bir sey olduguna inanmiyorum sonucta. Kader dedigin olmus ve olacak seylerin butunudur ve bilinemez nasil olacagi. Iste bu olacak olan seylerin icinde gececegi zaman su anda orda duruyor mu yoksa bizim tanimimiz mi orda olan?

Zaman nedir? Nasil olacak da anlayacagim bunu ben?

“Zaman makinesi” icat edilse bunu su andan biliyor olurduk, orasi kesin. Bilmedigimize gore iki aciklama var onumuzde: ya zaman makinesi diye bir cihaz hic ama hic icat edilmeyecek ya da zaman dedigimiz sey su andan ibaret.

Gelecegi anlamamiz zor, peki ya gecmisi?

Ne kadar eskiyi algilayabilir insan? 10 yil? 50 yil? Babanizin cocuklugunu dusunebiliyor musunuz? Dunya savaslari zamanlarini? Ya da cumhuriyetin ilk yillarini? Fatih’in Istanbul’un fethini? Osmanli’nin Bursa civarinda ilk savaslarini? Istanbul’un sapina kadar Konstantinapol oldugu zamanlari? Kavimler göçünü? Son buzul cagini? Ilk insanlari, 200000 yil once? Afrika’daki primatlari? Pangea’yi? Ilk memelileri? Ilk canlilari? Dunya’nin cok daha sıcak oldugu zamanlari? Dunya’nin seklinin henuz yuvarlak olmadigi zamanlari? 5 milyar yil onceyi? 10 milyar yil onceyi? 13.7 milyar yil onceyi? Varsa daha eskiyi? Ne kadar eskiyi dusunup de anlayabilir insan?

Zaman, gecmisi gelecegi(?).

Var olan tek zaman su an mi yoksa? Gerisinin yarisi fantastik diger yarisi duzmece mi yoksa?

Bunlari, ozellikle gelecegi, “gelecek zaman”i dusunuyorum bir kac gundur ve hic bir yere varamiyorum.

Çarşamba, Mayıs 27, 2009

M.-san

Bir arkadasin labinda bir post-doc var, M.-san. Kendisi Japon ve Japonlarin bir cogunda olan bir ozelligi tasiyor, disleri bozuk. Dissssine kadar Japon. Bunu yazarken zerre dalga gecme niyetim yok M.-san’la, cunku eminim yapacak hic bir seyi yok. En ufak caresi olsa, insan, Turkiye’de olsa gider, bulur.

Yemek yedik bir kere grup icinde, karsima oturmasin diye ne numaralar yaptim ama sansim yaver gitmedi tabii ki. Bir Japonla yemek yemek zaten basli basina bir dert, bir de M.-san dustu basima o gun, ne yedim nasil yedim hatirlamiyorum. Zaten isim var diyip kactim sonunda.

Tanistigimizda ilk aklima gelen ve sadece aklimda kaldigina sevindigim soru su oldu: “Buna ne olmus?”

M.-san’a bakinca neden ön dişlere “ön diş” denildigini anliyor insan. Ama kendisindeki durum “ön diş” degil de daha cok “on diş”. Ağzının onundeki dislerden diyeyim (sadece ust cenesinin onundeki dislerden), 8 tanesi fazla. 8 tanesi alinirsa normal insan dis sayisina +3, +5 ulasir saniyorum, saniyorum cunku agzinin arkasinda kac dis var bilmiyorum, “on diş”ler musaade etmiyor gormeye.

Bakmayayim diyorum ama insan merak ediyor. Guldugunde (!) “on diş”lerinin kokleri gorunuyor. Gercek anlamda gorunuyor. Disardalar cunku. Ustelik siyahlar, sanki dis etleri koklerle birlikte kapiya sıkışmış da morarmış gibi (bu her seyi acikliyor olabilir). Nasil o pozisyonda duruyorlar, ciddi soyluyorum sasiriyorum. Puzzle bittikten sonra hani yapistirmak icin arkasini cevirirken puzzle’in havada kaldigi caresiz bir zaman araligi vardir, arkasinin birisi saka yapip soyle bir dokunsa darmadagin olur, iste o halde disler. Hic bir arkadasi buna saka yapmamis belli ki.

Musaade isteyip bir fotograf cekmek ve herkesi kendi yorumuyla basbasa birakmak var (cunku ben ne kadar anlatsam da olmayacagini bildigim icin bir zamandir erteliyorum yazmayi ama artik oldugu kadar yazacagim dedim) ama makineme yazik valla. En iyi ihtimalle “kullan at” makineyle cekilebilir. Saniyorum dis hekimleri de “makineme yazik” diyerek cekmemisler zamaninda rontgen. Yoksa hic bir hekimin durumun bu vehamete gelmesine izin verecegini sanmiyorum. Onlar da Hipokrat Yemini ediyorlar sonucta. Ama bunun doktoru agzinda lafi gevelemis sanirim toren sirasinda.

Perşembe, Nisan 30, 2009

Nippon 7

Dun futbol macina gittim. Gamba Osaka, FC Tokyo’ya karsi oynadi. Simdi ozet:

Burda futbol kirlenmemis, pislesmemis daha. Futbol izlemek ailesel bir olay hala. Colugu, cocugu, bebesiyle maca gelen bir suru insan vardi. Yasli teyzeler giyip siyah-mavi formalarini gelmislerdi maca. Herkes oturuyordu, hatta yaya yaya oturuyorlardi. Esyalarini birakmis insanlar, dolasmaya cikmislardi. Kimse sorun cikarmadi. Yiyecek, icecek sokmasina kimse tek kelime etmemisti insanlarin. Kimse cekirdek citlemedi, yerde bir tane cop yoktu.

Dedim ya futbol daha pislesmemis burada, maca girerken aramadilar utsumuzu basimizi, minciklamadilar. Boyle olunca bozuk paramizi ayakkabinin icine saklamak zorunda kalmadik. Hatta bir tane polis gormedim. Hosgeldiniz diyerek karsilayip, stada tesekkurler diyerek aldilar gorevliler. Cikarken de 50 kisi tesekkur etti.

Dedim ya futbol daha pislesmemis burada, macta toplamda 10’dan az faul yapildi.

Dedim ya futbol daha pislesmemis burada, tribunler tezahurat etmedi girtlaklarini yirtarcasina. Olsa olsa bizim hentbol maclarinda olan kadar tezahurat vardi. O kadar sessizdi ki herkes, futbolcularin birbirlerine ne diye bagirdiklarini duyabiliyordum ama anlayamiyordum.

Dedim ya futbol daha pislesmemis burada, mac bitiminde rakip takimin taraftarlariyla ayni vagonda yolculuk ettik. Kimse donup sesini cikarmadi. Kimse tezahurat etmedi vagonda cilginca.

E tabii ben bunaldim macta. Hic heyecan, mucadele yoktu. Iki takim birbirlerinden kotu oynadilar. Daha az kotu oynayan G.O., 4-2 kazandi.

Çarşamba, Nisan 22, 2009

Ah Toruko Vah Toruko

Konu uzerinde bilgim olsa da cok oyle aman aman sayilmaz. Koy enstitulerinden bahsediyorum. Kuruluslarinda cok emegi gecmis olan İsmail Hakkı Tonguç bakin ne demis:

“Demokrasinin iki çeşiti vardır. Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı, oyun olanı...

Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir.

İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu, oyundur, kolaydır.

Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha... (Mehmet Başaran, "Devrimci Eğitim, Köy Enstitüleri, S.69)”


Ekleyecek hic bir sey bulamiyorum.
Nippon 6

Ohhhhh cekeyim once bir de oyle baslayayim.
Ohhhhhhh.

Kahramanimiz ben bu kez Japonlarin tuvaletini anlatiyorum. Resimlerde gormustum de odamdaki sikko klozeti gorunce hayal kirikligina ugramistim. Neyse ki okulda aradigimi buldum. Resimde gordugunuz gibi bu bir klozet, yaninda dugmeleri olan, elektronik tuvalet kapagi olan bir klozet. Dugmeler ne ise yariyor? Dugmelerin uzerindeki resimler embesiller de anlasin diye cok acik yapilmis.

Bir tanesi (pembe olan) bildigimiz taharet muslugu gibi su fiskirttirani. Digerine basinca ise (mavi olan - resimde cok net oldugu gibi) bir sey cikiyor yuvasindan ve alttan su fiskirtiyor – sanirim bunun lazerli bir alicisi filan var yoksa 12’den vurmak her seferinde zor olsa gerek. Dugmelere iki kere basinca da su basligi cok ufak titresiyor, bir saga bir sola, bir saga bir sola. Su tazyik ayari mi istersiniz (boylece Turk gotu icin de kullanilabiliyor), isitmali klozet kapagi mi. Insanin kalkasi gelmiyor. Diger dugme de kurutmak icin. Sicak havayla fon misali kurutuyor. Hatta sesli komutla isterseniz duz kurutuyor, isterseniz kalin ya da ince bukleler veya rofleler, balyaj yapiyor, golgeler atiyor.




Salı, Nisan 14, 2009

Sali Ogleni

Pazartesi degil de sali gunu oglen vakti -yani tam su anda burda oldugu gibi- oldugu zaman bana haftaici bitmis gibi geliyor. "Bugun" diyorum "eve gidecegim ve yarin carsamba olacak. Haftanin ortasi. Sonra zaten persembe, cuma. Bu haftaici de bitti. Geldi haftasonu."

Ve bir hafta daha bitmis oluyor. Geriye kaliyor, gecen haftaki hafta sayisi -1. Yollar kisaliyor, zaman bukuluyor ve ben gulumsuyorum.

Perşembe, Nisan 02, 2009

Nippon 5

F.san

Burda F.-san bir tane. Teknisyen kendisi, boyutlari minimal bir kadincagiz. Boyutlarindan daha minimal olan bir seyi varsa -ki var- o da sesi. Sessiz kendisi. Cok sessiz demiyorum, zira bu kadar sessiz olan bir kimsenin durumunu anlatacak tek kelime “Sessiz”. Cok ibaresine gerek yok, anlamsiz olur. Alttaki ornekteki gibi:

-Bakkal amca, ekmek var mi? (Simdi zaten gordun dolapta yok, adam neresinde saklasin, ne soruyosun!)

-Yok.

-Hic mi yok! (Bu soruya hele ne ne ne gerek var. Adam karaborsa yapacak sanki ekmegi, sana satmiyor. Baskasina ayirdiysa da ekmegi zaten baskasina ayirmistir. Uza hadi, git burdan.)

Sessiz kadin F. O kadar sessiz ki, ses cikarmadigi zamanlarda konusuyor mu acaba diye merak ediyor insan. Japon isaret dilini cozucem biraz daha ugrasirsam bu kadinla. Fare kafeslerini beraber temizliyoruz. Daha dogrusu ben ona yardim ediyorum, ayagiyla beni sikiyorlar. Anam agladi, belim kirildi lan. 2,5 saat suruyor, nerdeyse 1000 tane fareyle hasir nesir oluyorum. Ne o, “yardim” ediyorum. Son kafeslere dogru gelince kafeslerdeki farelerin olmus olabilmelerini umut ediyorum, bu nasil bir umut anlayamadim ama olsun, ediyorum. O zaman temizlemiyorum cunku. Yani herhalde temizlemem, daha basima gelmedi. Bos kafesi temizletmezler herhalde ama ben F.san’in oyle dedigini sanabilir ve temizleyebilirim.

Bir de hareketleri var ki kung-fu’dan bozma, hamile olmasa el hareketi yapiyor sanip “Indir lan o elini” deyip alicam ayagimin altina.

Salı, Mart 31, 2009

Nippon 4

Neden Kanji?

Buraya gelmeden once biraz Hiragana calisayim dedim. Hani yolda kalirsam tabelalara bakar haritadaki yerimi anlarim diye dusundum.Durun biraz daha baslayayim:

Japonlarin uc alfabesi var: Hiragana, Katakana ve Kanji. Hiragana ilkokulda ogretilen alfabe. Katakana da ayni alfabenin farkli simgelerle yazilisi, bunu ne zaman ogreniyorlar bilmiyorum. Bir de Kanji var, cogunun Japonca dedigi zaman aklina gelen o sanatsal alfabe, hani bazi Japon filmlerinde yere serilmis hayvan gibi buyuk, kagit oldugunu dusundusum seye supurge supurge oldugunu yine dusundugum seyi kan oldugunu yine dusundugum seye batirarak yazar ya bazi kendini usta olarak dusunenler, iste o alfabe, ben oyle dusunuyorum. Cin’den almislar bu alfabeyi. Oldurerek almislar sanirim yoksa o kadar kan baksa hic bir milletten cikamaz.

Buraya geldikten sonra ogrendigim uzere Hiragana ve Katakana fonetik esaslar icin var. Hangi ses nasil cikariliyor, nasil telafuz ediliyor vs icin. Yani konusmanin yazi hali gibi bir durumdan oteye gidemiyor. Tamamen Kanji’yle yaziyorlar. Ben de yaninda calistigim Japon’la konusurken ogrendim ki Kanji’nin bir avantaji varmis. 2000 tane sembol iceren bu alfabeyi ezberlemenin hafiza uzerine olan etkileri bir yana, sembollerdeki her bir parcanin anlami varmis. “Bir sembolu daha once hic gormemis olsam bile anlatmak istedigini az cok anliyorum” dedi. Ben de “Simdi anliyorum Latin alfabesi dururken boyle zor bir seyi kendinize neden yaptiginizi.” dedim. Gulduk ikimiz de.

Garip adam benim calistigim Yrd. Doc. T.A.-san. Anlatirim

Simdi baktim da bu Kanji'yi Hun Imparatorlugu'ndan kacan Cinliler ve Koreliler getirmis Japonya'ya. Bu da bizim Japonlara armaganimiz olsun. Yasa ey Mete Han, yok huzurlu yat ey Mete Han.

Pazartesi, Mart 30, 2009

Nippon 3

Mail yoluyla esten dosttan gelen sorulara cevap yazayim bu postta da:

Birbirlerine benziyorlar mi?
Evet, cok benziyorlar. Hatta hepsi ayni. Hatta kardes laboratuvarlarda Koreli'ler Cinli'ler var, bence onlar da ayni. Ama ayirt etmenin bir yolunu buldum, kiyafetleri. Butun hafta boyunca ayni kiyafetleri giyiyorlar. Sagolsunlar cok yardimci oldular. Simdi anliyorum havaalaninda neden beni karsilarken T.A.’nin “Ne kadar cok sey getirmissin.” dedigini. Ulan insan bir ustunu basini degistirir. Tek o degil, kimse degistirmiyor. Iyi ki Turkiye’den alisigim, boyle arkadaslarim var. Bir de baksa bir gun de sey dedi adam ya -o gun botumu giymedim normal bir ayakkabi giydim- “Simdiden iki tane ayakkabi giydin” dedi. Ulan her gun bot mu giyeyim. Getirdim herhalde baska bir ayakkabi da. Koca yaz 38-40 santigrat derece oluyormus, botla ayaklarim su kaybindan kuculur be. “Benim bir tane ayakkabim” var dedi. “Iyi” dedim ben de. Ama bunu soylerken Kucuk Emrah modunda soylemiyor, soyluyor sadece. Genelde bunlar boyle sanirim.

Herkes kung-fu biliyor mu?
Valla daha rastlamadim oyle yol ortasinda agaci kaval kemigiyle devirmeye calisan. Ama karsima cikarsa Ingilizce bilse iyi olur yoksa bu hirsla kiracagim agzini burnunu acimayacagim kiz-erkek.

Ingilizceleri gercekten yok mu/kotu mu?
Yok ben yalan soyluyorum, herkes catir catir konusuyor. Bilmiyorlar iste. Sen nasil Japonca, Rusca bilmiyorsan bunlar da Ingilizce bilmiyor. Ustelik insana bildigini de unuttururlar bunlar: Burda genelde bizdeki “Sevin ile Vin” benzeri convenience store’lar var. Bento denilen yemek-kutulari satiliyor cok yaygin. Ama neyin ne oldugunu anlamiyorum, cunku her seyi bir seylere bulayip kizartip satiyorlar cunku. Soruyorum bu ne lan diye, bakiyorlar Japon Japon. Ben de sonra hepsini birden soyle bir gosterip suratima soru isareti takinip "Good?" diyorum. Anlayana rastladim bir kac kere de tavsiye ettiler bir seyler, yedim.

Sorun soyleyeyim, buyrun beraber yiyelim bentolari.

Cumartesi, Mart 28, 2009

Nippon 2

Bir ricam var butun dunya ulkeleri liderlerinden ve dunyaliderleri@yahoogroups.com’a da mail aticam bu postu: Trafigin akis yonu konusunda bir mutabakata varir misiniz? Pratik olarak birbirleri arasinda kendiliginden aklima gelen ve/veya dusunup bulabildigim bir fark olmasa da turistlerin canini almakta epey bir fark olabilir zannimca ki bu da fark degil ama pratik bir olgu hem de cok pratik, aci fren + carpma + kan + revan.

Tahmin ettiginiz uzere (hem de bilmeyenler icin soyleyeyim) burada trafik soldan akiyor. Yani karsidan karsiya gecmeden once, once sola sonra saga sonra tekrar sola degil tersini yapmak gerekiyor. Ilk kombinasyon omurilige yerlesmis oldugu icin bir takim tehlikeler var. Sola bakarken sagdan yemek gibi. Sonuc olarak yapilmasi gereken sey bu kombinasyonu bitirdikten sonra harekete gecmek. Once harekete gecip daha sonra bitiririm dersen bitirebilecegin yerlerden biri Toyonaka Belediye Hastanesi digeri de Osaka Universitesi Hastanesi.

Butun gun defalarca, “Bak su adama donemecte solluyor”, “Iste birazdan kafa kafaya girecekler” gibi kalbimi hizlandiran dusunceler geciyor kafamdan. Sonradan anliyorum herkesin kendi seridinde gidiyor oldugunu. Daha kaza gormedim ama boyle yanlis seritte giderlerse cok kaza olur burada haberleri olsun. japonyatrafikkazalaridairebaskanligi@yahoo.co.jp’ye de cc yapayim.

Ek olarak ulkemde beyaz boya israfindan oteye gidemeyen “yaya gecidi” cok faydali bir seymis ve gercekten onceligin yayaya verildigini bilen soforler varmis. Bunu suistimal etmek istemezdim ama ediyorum sanirim. Cok degil, herkes kadar. Yurumeye devam ediyorum, nasil olsa duruyorlar. Tehlikeli degil yaptigim cunku butun soforler yaya gecidine yaklasirken yavasliyorlar, yaya ortada olsun ya da olmasin. Kesinlikle durabilecekleri hiza geliyorlar. Aferin japon soforlere.

Ilim Cin’de bile degil Japonya’daymis almaya geldim. Kampanya yapmislar, ilim alana medeniyet bedava.

Nippon 1

Ne kadar heyecanli adamlar ya bunlar? Beklenmedik bir sey olmaya gorsun, hemen yerlerinde kipirdamaya basliyorlar, ne olacak diye duramiyorlar yerlerinde. Siparislerin hazirlanmasini beklerken saniyede 3 defa bakiyorlar hazirlayan kadindan tarafa. Ya kadin haber veriyor zaten hazir olunca, bir dur, bir yerinde dur.

Bir de ne kadar abartili tepki veriyorlar. “Nerdensin, kimlerdensin?” diyorlar, “Turkiye’denim, icinden” diyorum, “Ooooooo, Toruko” diyorlar. Sonra da cok biliyorlarmis gibi “Neresinden?” diyorlar. Sanki karis karis biliyorlar, neyse “Adana, Turkiye’nin guneyinde bir sehir” diyorum, “Oooooooooo” diyorlar. Ulan anladik Turkiye’yi biliyorsun da Adana’ya neden ooooooooo! Sanki bana biliyorlar Adana kiyak sehirdir, kelestir, insanlari kral adamlardir. Neymis ooooooooo! Her seye ooooooooo. Ben o kadar ooooooooo’lamiyorum lan burada – ki bunlar tam olarak benim canim ulkemden hic alisik olmadigim kadar duzen manyagi insanlar. Soyle ki: insanlar yolda tek sira yuruyor burada. Oyle rahat ediyorlar demek ki ne bileyim. Gercekten de soylendigi gibi bir kuyruk olusturma cilginligi var. Tren beklerken filan aninda her kapinin duracagi yerde kuyruklar olusuyor ve soylememe gerek yok (o zaman yazayim ben de) tabii ki her kapinin duracagi yer belli.

Ozellikle toplu tasima araclarinin zamanlari konusunda manyaklar. Treni gectim, hadi o belki tamam ama bu kadar kesin olmasi yine de cok acayip. Bir kere bir tren 5 dakika gecikmis ve ulusal kanala haber olmus. Otobus duraklarinda bile otobusun tam olarak hangi dakikada gelecegi yaziyor. Dijital yazsa, “hadi ona bir ayar veriyorlardir bir yerden, alici verici bir sistemi bulmustur bu keratalar” diyecegim ama yok bildigin A4. Ulan hic mi sekmez arkadas, trafigi var bunun vs. ama iste her saate uygun zamanlamayi yazmislar tabii. Kafalari calisiyor az cok.

Ah yazacak cok sey var. Bu ilk olsun.

Kaptan magara adami geliyor anacigiiiiiim.

Perşembe, Şubat 26, 2009

Yalniz Miyiz?

Her biri ortalama 100 milyar yildiz iceren 100 milyar galaksiyi (10000000000000000000000 yildiz) barindiran bir evrende yalniz oldugumuzu kim iddia edebilir?

"Oh man, this is huge."