Salı, Eylül 26, 2006

1
Gormek istemedigim, seslerini duymak istemedigim insanlar var. Gormek zorunda ve seslerini duymak zorunda olusum da canimi sikan mecburiyet. Atsan atamadigin, satsan satamadigin insanlar. Satsan belki alicisi cikar ama satamiyosun iste. Gorunce tuylerimin diken diken oldugu, suratimin dustugu, sesimin istemeden ciktigi insanlar. Insan. 1 tane sadece. Ama daha olacak. Kesin olur. Gorusme sona erdikten sonra da kendime gelemiyorum. Gitmiyor aklimdan yasattiklari, yol actiklari, sebep olduklari.
Elimde olsa hic gormicem, elimde degil, hayatimda cunku.

Pazartesi, Eylül 25, 2006

DERDINI ANLATMAK
Cok zor. Berbere derdini anlatmak cok zor, eger sacin 3 numara filan degilse.
-Merhaba.
-Hosgeldin. Nasil yapalim?
-Ya dagildi biraz sac gordugun gibi, toplayalim biraz. Ayni kalsin, biraz -cok degil- kisaltalim.
-Tamam.
Biraz sonra, surasi iyi oldu mu, yok efendim biraz daha alayim mi ustlerden? Neyse canim dert degil... Ama kulaklikla muzik dinleyip uyuklarken tras olmak zevkli olurdu.
Ben zaten hep uyurdum kucukken berber koltugunda. Sacimla oynanmasina dayanamiyorum. Cok defa kalfa tuttu da basimi, usta kesti sacimi. Isinirdi yuzum, uyanirdim. Sonra uyurdum yine.

Cuma, Eylül 15, 2006

HATA
Hata yapmayi seviyorum. Hata yapiyor olmayi daha dogrusu. (Simdi "o zaman sil ilk cumleyi 2.den basla" diyeceksiniz. Deyin. Olsundu. Hataydi.) Yaptigim hatalari seviyorum demiyorum. Hata yapilmasini seviyorum. Mukemmellige kasmamayi seviyorum. Bu nedenledir ki yillardir telefonumun acilis mesaji "Hata yap ama ne bok yedigini bil!!!"dir. Atasozleri aciktir:
Hatasiz kul olmaz.
Beser sasar.
Bir kere, hatanin tanimini insanoglu yaptigina gore, hata yapmak insanin niteligidir. Kimsenin tam anlamiyla mukemmel olmadigini kabul edersek -ki etmeliyiz, kadi kizi bile kusurlu- hata kacinilmaz, dogal bir seydir. Hata yapmak da oyle. Dogal, dogamizda var. Yapacaksin, sana da yapilacak. Eli mahkum, insan cunku. Insanlari severken hatalarini seviyoruz zaten. Bir filmde diyordu kiz, cocuga:

"Tonlarca problemin, kusurun, eksikliğin olduğunu biliyorum ama, kimin yok ki? Sadece, ben senin problemlerini tercih ediyorum... Ben senin hatalarını seviyorum. Senin eksik yanların asıl mükemmel olan." (Rus Bebekler - Les Poupées Russes).
Sevilecek insan bulunurken, taninirken hatalarini sevip sevmediginize bakin. Hata tiplerine. Hata yapacaktir. Ayni turden bir suru kere. Yuz guzelligi gecer, hata guzelligi gecmez.
Sevmemek icin bahane degil, sevmek icin neden.
Hatayi sevmeyen insani sevemez.

Perşembe, Eylül 14, 2006

YAZMAK, BASKALARI ICIN
Insan kendisi icin yazmanin disina cikinca her seye yazilacak konu gibi bakmaya basliyor. Bakisi degisiyor olaylara. Daha dikkatli bakiyor, dinliyor, soruyor. "Gidiim, sunu da yaziim"ler basliyor. Tipki yogun Scrabble oynadiginizda gunluk konusmalarda gecen garip kelimeleri -ozellikle bir saplanti halinde "j" harfini barindiranlar- daha sonra tahtaya yerlestirmek icin aklinizda tutmaya calismaniz gibi, kalmiyor tabii akilda.
ATASOZLERI VE OZDEYISLER
Yasadigim en guzel gecelerden birinden felsefe:
"Abicim bak simdi. Burda konusurken ne oluyor? Hadi aramizdan birisi bu soylediklerimizi -ben yapmam, cunku kendimi biliyorum- kaydediyorsa! Biriniz bunu yapsa. Benim konustuklarimi kayda alsa, olmaz da oyle sey. Bir dakika ya bir sey anlatiyorum. Ben simdi kotu bir kelime kullansam normal atasozlerinin disinda, n'olacak, 200-300 yil sonra bu kaydi bulan birisi "Aaa, atasozu buldum" diye arkadaslarina gosterecek. Burda ne konusuyoruz: .mli g.tlu. Olmaz ki! Birazcik dikkat etsek, birazcik bak, su kadar, azicik, n'olur, tarihe guzel atasozleri birakiriz. Atasozlerinin yine soyleyenleri belli degil. Ya ozdeyis olursa. O terbiyesizin arkadasi ya sey cikarsa, ozdeyisci. Ya da ozdeyisci cocuguysa n'olacak, ozdeyis olacak. Altina ne yazacaklar nı nı nı, adini yazacaklar. Ne o, .mli g.tlu soz. Adam sana sovmez mi "Ulan terbiyesiz, seni bilmem ne yapiim" diye?"
"En guzeli eski atasozlerini kullanmak."
TESADUF ve MIRVE
1940larin baslari. Richard James adli muhendisin masasinda duran kucuk uzunca bir yay yuvarlanmaya baslar. Once acik duran kitabin yanindan gecer sonra da kahve bardaginin yanindan. Yere duser, once bir ucu sonra diger ucu. Ikinci ucu yere degdiginde yere ilk carpan uc havalanir havada yarim bir daire cizerken yere ikinci carpan ucun uzerinden gecerek yere tekrar carpar. Sonra da ikinci uc birinci uc’un uzerinden gecerek ayni hareketi tekrarlar. Sonra birinci, sonra ikinci. Yay karsi duvara gidene kadar bu devam eder. Hareketi anladiniz ve dolayisiyla eglenceli oyuncagi tanidiniz galiba.

Eger yay o kitaba ya da bardaga carpsaydi veya Richard James hareketi izlemek yerine yayi durdursaydi veya muhendisimiz masa basinda degil de baska bir yerde olsaydi dunya’da yillik yuzlerce milyon satis rakamina ulasan bu oyuncak tasarlanmis olmayacakti. (Aslinda bir olayin gerceklesmesini engelleyecek durumlarin sayisi olayin gerceklesmesi icin gereken kosullarin sayisindan oldukca ama oldukca fazladir. Gereken kosullarin sayisi, engelleyecek kosullarin sayisinin yaninda adeta tam sayilarinin solundaki sifirdir. Ama gerceklesen her olay gerceklesir iste. Gerekli olan tek sey tekrarlanma ve zamandir. Yeterli zaman ve tekrarlanma sansi saglandiginda imkansiz imkanli olur. ) Oyuncagin tasarlanmasi daha gecikebilecekti demek daha dogru. Bir olayin X>Y olmak uzere; X zaman once gerceklesmemis olmasi Y zaman once gerceklesmemis oldugu anlamina gelmez.

Ya da microdalga firin ya da post-it’ler ya da paslanmaz celik ya da dinamit ya da coca-cola ya da penisilin. Bunlarin hicbiri icat edildikleri tarihte icat edilemeyeceklerdi.

Bu ve bunun gibi tesadufler, tesadufun gucunun yadsinamayacagini gosterir; dolayisiyla da gucunun tamamini tesaduften alan evrimin yadsinamaz oldugunu.

Evrim mevcut olan nesnelerin, sistemlerin ya da zaten bir sistem olan canlilarin bir amac tasarlamaksizin degisim gostermesidir. Degisim genel itibariyle daha iyiye gitmeye yonelik gorulse de soz konusu olan iyi durumun gerektirdigi ‘iyi’dir, genel-gecer degismez bir ‘iyi’ degildir.

Daha biyolojik olarak; evrim turlerin hayatta kalabilmeleri ve daha da onemlisi ureyebilip turun devamini saglamalarini saglayan bir surectir. Her seyin maruz oldugu degisimden nasibini almaktir, almak zorunda olmaktir. Dogayla birlikte degisen, doga tarafindan degistirilen ve dogayi degistiren bir surectir. Doganin kolesi ve efendisidir.

Ornek olarak goz’un olusumunu ele alalim. Bir canli dusunelim: Isiga duyarli hicbir hucresi olmasin. Isigin varligini ya da yoklugunu ayirt edemesin. Adi da Nurah olsun. Bu canlinin bir de turdesini dusunelim: Isiga duyarli tek bir hucresi olsun. Bu hucreyle sadece uzerinde isik oldugunu ya da olmadigini sadece bir golgenin kendi uzerinde olup olmadigini anlasin. Hatta oyle bir canli olsun ki bir eksiklik olarak gorulebilecek ‘hucre eksikligi’ magduru olsun. Ve bu hucrenin yarattigi bosluk sayesinde golgeyi ya da isigi ayirt edebilsin. Adi da Selrahc olsun. Tahmin edebilirsiniz ki bu iki canlinin avlarindan kacma sanslari esit degildir. Golgeyi (isigi) sezebilen Selrahc avcinin varligini sezip kacmaya basladiginda Naruh afiyetler icinde yem olacaktir. Daha fazla hayatta kalabildigi icin daha fazla ureme sansina sahip Selrahc’in genleri turun gen havuzunda yayilirken zavalli Naruh’un genleri gitgide havuzda yok olacaktir.

Sonra bu isi iki hucreyle yapabilen canlilar ortamda yayilacaktir. Sonra belki de hucre fazlasi olan canlilar avantaji ele gecirip tur icinde baskin hale gelecekler. Sonra belki de hucre fazlaligi bugun bildigimiz goz’e daha yakin olanlar secilecek ve en sonunda goz bugunku seklini alacaktir.

Tum bu olaylarin genler bazinda oldugunu dusunursek tesaduflerin genleri degistirme gucunu, doganin da itici guc oldugunu dusunmek lazim gelir.

Evrim kuramina karsi gelenler bu ornek icin soyle diyorlar: ‘Ormanda gezerken bir gozluk bulup da onun kendiliginden olusmus oldugunu dusunemezken nasil olur da mukemmel bir tasarim olan goz’un kendiliginden olusmus oldugunu dusunebilir?’

Simdi oncelikle evet gozlugun kendiliginden olusmus olabilecegini degil Ockham’in usturasi bizi kesmesin diye bizden once o ormandan gecen birinin gozlugu dusurmus oldugunu dusunuruz. Cunku biliyoruz ki bunu yapabilecek canlilar bu dunya uzerinde varlar ve bizimle ayni sartlar altinda yasiyorlar ve pek tabii bizim gectigimiz yerlerden gecmis olabilirler. Ama eger gordugunu yorumlayacak ilk canlinin bir gozlukle karsilastigini dusunursek emin olabiliriz ki bunun bir olusum oldugunu dusunecektir.

Daha da onemlisi gozlerimiz ‘mukemmel’ filan degildirler. Sadece ‘is gorur’durler. Mukemmel bir sistemin her parcasi sistem icin gereklidir ve herhangi bir parcanin eksikligi sistemin duzgun calismamasina yol acar. Eger gozlerimiz mukemmel olsaydi o zaman bizim gibi renkli gorme ozelligine sahip olmayan kopeklerin gozleri dusgun calismiyor, ‘is gormuyor’ olacaklardi. Basarinin ureme ve coluk cocuga karisma kabiliyetine gore olculdugu bir dogada gozlerin renkli gormemesi basarisizlik degildir. Basarili olmak acisindan bakildiginda renkli gormek ya da gormemek, mesele bu degildir. Renkli goren gozler ve gormeyenler arasinda mukemmeliyet acisindan bir fark yoktur. O halde gozlerimiz mukemmel degildirler.

Insanlarin teknoloji ya da mevcut olan sistemleri daha iyi goturusu gelisim degildir, evrimdir. Muhendisler ve tasarimcilar teknolojinin genlerinin, piyasa da dogal secilimin rolunu ustlenmis durumdadir.

Degisim dener, yanilir; yanilinca tekrar dener belki tekrar yanilir ama tesaduf sonucu eninde sonunda doganin icinde barindirmaya musait oldugu durumu saglar.

Kalp pilinin tesadufi mucitlerinden Wilson Greatbatch’in dedigi gibi ‘Hata bir ogrenme deneyimidir ve hic hata yapmayan biri hicbir sey yapmamis demektir’.

Doga, degisim ve tesaduf ise elele cok kez yanilip cok sey yapmislardir.


Çarşamba, Eylül 06, 2006

ESKI
Eski bende garip bir duygu uyandirir: hissizlik. Gecmisi hissetmem. Gorurum, tanirim, hatirlarim ama hissetmem. Bosluk yerlesir icime, donmem o gune, anilar canlanmaz, oyle pek de sevinmem, uzulmem. Olmustur her sey, olsundur. Dokulen sutun arkasindan aglamam, dokulmeyen icin de sevinmem.
Gecmis tam gecmis'tir bana. mis'li gecmis zaman. Hikaye degil rivayettir bana. Ben yasamamisim da sanki bir yerden duymusum gibi. Ben dururken o gecmis, fark etmemisim.