Cumartesi, Aralık 13, 2014

Yeşil Üzerine Siyah

Yenmiş tırnaklarla, kalemin en ucu sıkıca tutularak yazılmış 15 karakter.

Salı, Haziran 14, 2011

Ense Tıraşı

Ense tıraşı dedim de aklıma geldi. Buradan dünyadaki bütün berber meslek okulu müdürlerine sesleniyorum. Lütfen, ense tıraşı derslerine azami önemi gösteriniz. Kredi sayısını arttırınız, hatta sadece yüz alanları geçiriniz, zaten enseyi alamayan yüzü nasıl alsın. İnsanlar enselerini göremiyor diye sikko sikko kesmenin anlamı yok saçı/kılı, artık sizin terminolojiniz neyse. Ve zamanında öğrenci olan berberler: cetvelle çizilmiş gibi tıraş edip "abi natürel işte" demenin de bir anlamı yok. Nerde gördünüz allahaşkına öyle nizami natürel bir ense!

Neyse işte, ya öğrencilerinizi doğaya salın natürel nedir öğrensinler ya da natürel demeyin "doğal" deyin kafaları karışmasın. Ben mesela Pierre Loti'de "Bu menüde yazan natürel elma nargile nasıl oluyor?" soruma "Natürel, yani doğal." denildiği zaman öğrenebildim ancak. Belki bilmeyen öğrenciler vardır, kafalarını karıştırmayın sonra bizim kafalar karışıyor.

Cuma, Şubat 11, 2011

Yetti bana, evet!


O değil de ne güzel oldu bütün darbecilerin hapislerde sürünüyor oluşu. Hepsi tüm yaptıkları için bin pişmandır şimdi hücrelerinde.

Gelecekte darbe yapacakların da gözü korktu. Hepsi artık bir daha düşünecek darbe yapmadan. Çünkü neden? Çünkü artık darbe yapınca yargılanacaklar. Çünkü neden? Çünkü yasalarımız bu yönde değişti. Çünkü neden? Çünkü darbe yapan adamların yasaları caaaaart diye değiştirecekleri gücünü de kendilerinde görecek akılları yok. Çünkü nedeeen? Çünkü açık açık “ben her ne kadar dinin temeli olan ibadetleri yerine getirmesem de inanma koşulundan ve çocukken bana meali söylense de tam olarak anlamadan kelime-i şahadet getirmiş olmaktan yırtarak müslüman oluyorum. E bu adamlar da müslüman. E daha ne! E o zaman ben bu adamlar ne derse kabul ederim, düşünmem bile, başkaları benim adıma düşünmüştür kesin, hoş görürüm” diyemeyenler darbecilerin cezalandırılmayacaklarını bildikleri halde bunun arkasına sığınıp evet oyu vererek darbecilerin de akıllarını başlarından aldılar.

Evet şimdi dine laf ettim diye bin bir tantana kopar belki kimbilir. Ama evet, yavrucuğum. Dinin temeli ibadettir, inanç değil. İnanç imanın temelidir. Din derslerinden bildiğiniz üzere imanın şartları ve islamın şartları diye iki ayrı küme şartlar var. Tahmin ediyorum inananların hiçbiri imanın şartlarında zorlanmaz. Bunda bir sıkıntı yok. Ama islamın şartlarına yani müslüman olmanın şartlarına bakarsak eğer:


Kelime-i şahadet getirmek – dedim zaten bunu hepiniz bir ara yaptınız, fi tarihinde bir zaman.

Namaz kılmak – günde 5 defa kim uğraşacak sınıfından bir ibadet. Halbukisem ki bunun kazası var ama dedim ya kim uğraşacak sınıfından.

Oruç tutmak – en favori olanı, çoğunluk tarafından uygulanıyor –ki akşamki iftar ziyafeti için oruç tutanlar bile vardır eminim. Nerden eminim, çünkü ramazan ayında etrafta çok sık olarak iftar muhabbeti dönüyor farklı boyutlarda. Ama sadece ve sadece canı istemediği için oruç tutmayan “müslümanlar” var.

Zekat vermek – her ne kadar bu zenginler için görünse de matematiksel olarak herkesin malının 40’ta biri mevcut. Bunu başkasına veren az insan var. Hadi bu, islamın kolaylıklar dini olması sebebiyle opsiyonel olsun. Ama şunu da söyleyeyim bunu zenginler sınıfının ibadeti diye düşünenlere, insanların hemen hemen hiçbirinin malının yüzde iki buçuğunu daha da ihtiyacı olanlara vermesi o insanın hayatını etkilecek kadar fakirleştirmez.

Hacca gitmek – bir ara gideriz sınıfından bir ibadet. Bir nevi reset tuşu. Reset tuşu reset tuşu tamam da, sen hacca gitmeden önce hacca gittikten sonra davranman gerektiği gibi davranmıyorsan??? Ne diyorsun, yok mu bu işte bir gariplik?


Şimdi bunlar “şart”. Yani hani anlamı olmazsa olmaz kelime. Bilmiyorum nasıl oluyor sadece zahmet edip bir ve ilk şartı yerine getirip kendini müslüman zannetmek. İnancınız var o kısım tamam ama dininiz olup olmadığına bir daha bakmanızı öneririm. Bir kere düşünün bunu.

Başka bir konu: haramlar. Bu din diğer dinler gibi haramları ve sevapları tanımlamış. Sevabı zaten herkes istemese bile yapar. Mühim olan haram olan şeyleri yapmamak. En basiti içki içmek. “Elhamdülillah müslüman”ım diyenlerin kaçta kaçı içki içiyor acaba? Az olduğunu sanmıyorum. En kaçamak cevap olarak verilen “abi o başka, evlilik öncesi seks başka, ama ben müslümanım” demek. Bir kere bir kaç akşamınızı ayırıp hangi tefsiri okursanız okuyun içki içmenin haram olduğunu görürsünüz ve -inandığınız için söylüyorum- gün gelip de haramlarınız sevaplarınızdan fazla gelirse çekeceğiniz acıları da yakından tanırsınız. Spoiler vermek gibi olmasın ama riske girmeye gelmeyecek kadar büyük azaplar var haramları ağır basanlar için.

Başka bir dengesizlik: en geneli bu sanırım. İşte tıksrana kadar içki miçki domuz eti yememek mesela ki bu hani zor durumda kalırsan haram bile değil. Sebebi basit, içki kafanı güzel yapıyor, o yüzden allah kitap dinlemeden içiyorsun. Ama zaten tadı diğer etlerden çok çok da farklı olmayan bir şeyi yemiyorsun. Kafanı güzel yapsaydı, seni 10 kaplan gücüne soksaydı yine içkinin gördüğü muameleyi görürdü.

Ama bana göre en vahimi her inanın düşünmesi gereken şeyi hayatında hiç düşünmemiş olması. Ben neden bu dine mensubum? Ben söyleyeyim mi? Çünkü o dine inananların çok olduğu bir ülkede doğdun. Bu kadar basit, daha karmaşık ya da daha basit bir sebebi yok. Sadece bu yüzden o dine mensupsun. Bu kadar.Nokta. Bu ülkenin insanlarının yüzde kaçı ya da hadi belki tam sayıya isabet edebilir diye milyonda kaçı sordu bu soruyu kendine ve bir cevap buldu? Kaç tane müslüman başka dinleri kurandan ya da daha da kötüsü etrafındaki toplumdan öğrendi de onları seçmedi? Bu vesile için onları tekrar tebrik ediyorum bu objektif tavırları için.

Bunları yazıyorum da kime yazıyorum!

Şimdi dedim ki şuraya “gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar” yazayım, sonuna da “akılları var, düşünmezler” ekleyeyim bu yazıyı bitireyim. Ama tabii yalan yanlış yazmamak için hemen gittim d:\ivir zivir\kuran.pdf dosyamı (bunu dinayet işlerinin sitesinden indirebilirsiniz, hem de hizmette sınır yok, beleş) açtım (evet hep yanımda taşıyorum kuranı) ve a’raf suresi 179. ayete baktım. Diyor ki bu ayet:



“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.26


“Ulan” dedim kendime (evet, bazen kendime ulan diye seslenirim. Bir şeylerden şüphelendiysem cümlenin başında kullanırım. Yoook, sinirlendiysem kendime o zaman cümlenin sonunda) “yoksa?" Sonrasını da düşündüm "bu 26 numaralı dipnot benim düşündüğüm şey mi?” Hemen aşağı doğru faremin tekerini yuvarladım ki evet düşündüğüm şeymiş:


26 . Âyette sözü edilen kimseler, kendilerine verilen bu yetenekleri kötü kullandıkları için, cehennemlik olmuşlardır. Allah, bunların böyle davranacaklarını ezelde bildiği için, onları “cehennemlikler” olarak belirlemiştir.


Bir tebrik de burada.

Bitti. (Aslında bitmedi ama yoruldum, nerden nereye geldim. Teallahımyarabbim ya.)

Cumartesi, Ocak 01, 2011

2011

Şu kıymetini bilemediğimiz ülke, o çok özendiğimiz Avrupa'dan 1 saat, daha da çok özendiğimiz Amerika'dan saatler saatler önce giriyor yeni yıla. Daha nasıl ilerde olalım, ben anlamadım.

Yeni yıla aldığım milli piyango biletlerinden en az birine (işimi garantiye almak için birden fazla bilet aldım, çünkü çok az da olsa ben de hatalar yapabiliyorum) büyük ikramiye çıkmış halde girebilmeyi diliyorum kendim için. Ben yapacağımı yaptım, artık çıkmazsa başkasının ayıbı.

Bu durumda siz sevenlerime (:)) amorti bedellerinizi ödeyeceğim. Amacım sizin üzerinizden para kazanmak değil ne de olsa. Hakettiğimi almak sadece. İşte bu da söz olsun. Siz yine de print screen alıp bir yere yedekleyin, notere de tasdikletin (akıllı bir çocuk olursanız bunu da ödeyebilirim), çıkar mıkar kaçarım.

Herkese de iyi şeyler diliyorum, artık ne olursa.

Pazar, Aralık 05, 2010

İş

Buldum. Ne iş yaptığımı buldum. Yaptığım iş, neden aramak. İnsanı diğer canlı türlerinden ayıran özelliklerden birini iş edindim kendime. Normal -yaşama ve bir şeylere yetişme telaşında olan büyük popülasyon- insanların merak etmediği, merak etmelerine gerek de olmayan şeylerin biriyle uğraşıyorum. Soruyorum, başka insanların cevaplarını okuyorum, meslektaşlarımın aklında olan sorulara cevap arıyorum, cevap verebilmek için uğraşıyorum. Ufacık bir cevabın verebileceği haz için çalışıyorum. Oh ne mutlu bana. Bu dünyadan gitmeden bu dünyaya herkesin işine yarabilecek şeylere yol açabilecek buluşlardan birinin altdallarından birinin küçük bir parçasına en ufak katkıda bulunabilmek için çalışıyorum. Aradığım nedenleri bulduğum zaman yapacağı katkıyı kestiremiyorum. Bu “aman çok önemli bir şeyle uğraşıyorum” demek değil. Bunu bilmem mümkün değil demek sadece. Bakayım nerde nasıl göreceğim ismimi.

Salı, Haziran 01, 2010

Pazartesi, Mayıs 31, 2010

Eddie Vedder - Society

I hope you're not lonely without me...
7

7 dedim de aklima geldi. Bizim ailede 7 kisiyiz. Tam 5 kardesiz. Ben 3.yum. Iki abim, iki erkek kardesim var. Evet 5 erkek. Madrid'e geleli neredeyse 3 hafta oldu. "Gule gule" demek icin bile aramayan abimlerden ve kardesimden, bu 3 haftada "Naber, nasilsin?" maili beklemek ancak benim iyimserligimde mumkun galiba.

Daha cok beklerim.

Neyse donuyorum 11 hafta sonra, "hosgeldin" derler eminim !?!

Perşembe, Mayıs 27, 2010

¿?

¿? dedim de aklıma geldi, ben ne yapmak istiyorum? N’apicam ben?

Burda olmak istediğimden hiç emin değilim. İşin daha garip yani, herhangi bir yerde olmak istediğimden de emin değilim, nerde olmak istediğimden. Sadece kimle olmak istediğimden eminim, iyi ki. Ondan da emin olmasam, gezegen kazan ben kepçe dolaşırdım artık.

Boyle bombos, sıkıntılı bir his var, sadece içimde değil her tarafımda. Koluma dokunsam hiçlik hissediyorum, aynaya baksam hiçlik hissediyorum, kalbimin sıkışmasında hiçlik, nefesimin darlığında hiçlik. Hiçlik kazan, ben kepçe.

N’olucak boyle? Yapmam gereken onlarca şeyin nasıl yapılacağına dair bir fikrim yok. Nasıl yapılacaklarını biliyorum oysa, master of science’iz bugüne bugün. Uuuuuu, master of science. Bir de master of ceremony olmuşluğum var, aklima geldi. Uuuuuu, MC. Mastership kazan ben kepçe. Uuuuuu.

Onlarca şey yaptım kıyısından köşesinden de hiç birini mükemmel yapmadım galiba. Hepsinde işi kıvırdım, yok yok kıvırmaktan çok daha iyi yaptım hepsini. Kimse bana iş verdiğine pişman olmamıştır.

E olsun o kadar, M.Sc. olmuşuz. Uuuuuuu, M.Sc.
Bacak

Bacak dedim de aklıma geldi, eskiden şöyle bir soru vardı:

"Kim eliyle bir otomobili durdurabilir?"

Akla ilk Superman gelse de doğru cevap trafik polisi’ydi. Hala oyledir sanıyorum.

Soruyu şu hale getirdim bugün:

"Ayağı ya da bacağıyla kim durdurabilir?"

İlk gelenleri herkesin kendi aklına bırakıyorum, doğru cevap Avrupa’daki yayalar. Adım atınca duruyorlar ya hani. İşte ondan bahsediyorum. Ve o adımın, o frenin, o yavaşlayan otomobilin insana verdiği “ohhh, kucaaakkkk” hazzı. Bir de ışıksız yaya geçitlerinde, böyle öpe öpe duruyorlar ya, ahhh… Yavaş yavaş adımlar, yaya geçidinin tam ortasında arabanın tam önünde durup bacağını kaşıyabilecek olmanın mutluluğu, o zor tuttuğun kahkahanın huzur veren rahatsızlığı. Ah ne güzel.

Bayılıyorum ne yalan söyleyeyim.

Perşembe, Ağustos 20, 2009

Beyin

Beyin dedim de aklima geldi, insanin beyni kendine bu oyunlari oynuyorsa, baskalarinin beyinleri bize ne oyunlar oynar.

Asagidaki birinci resimde uzerinde A ve B yazan karelerin renkleri ayni. Ikincide de mavi ve yesil olarak gordugumuz renkler aslinda ayni renkler. Bunu benim yaptigim gibi basitce paint'te renk secip kendi olusturdugunuz yanyana kareleri boyayarak deneyebiliriz, inanabilirsiniz.

Ip yok, beyin var. O da yanlis calisiyor.




Cuma, Ağustos 07, 2009

Hayal

Cennetin olmadigini dusun,
altimizda cehennemin olmadigini,
uzerimizde yalniz gokyuzu oldugunu,
tum insanlarin sadece "bugun" icin yasadigini.
Bunu dusunmek kolay eger denersen.


Ulkelerin olmadigini dusun,
-ugrunda olmek yada oldurmek icin-
ve dinlerin olmadigini,
tum insanlarin, baris icerisinde yasadiklarini.
Zor degil dusunmek bunu.

Benim bir hayalperest oldugumu dusunebilirsin,
fakat bunda yalniz degilim.
Umuyorum, bir gun sen de bize katilacaksin
ve iste o zaman dunya tek bir vucut olacak.

Peki ya dusunebilir misin
mulkiyetin olmadigi,
acgozluluge ve acliga gerek kalmadigi,
tum insanlarin kardesce yasadigi ve
kardesce paylastiklari bir dunyayi?


Perşembe, Temmuz 09, 2009

Fal

Sinop’un etkisinden cikip Siirt’in etkisi altina girdiginiz su gunde kendinizi biraz yalniz hissedebilirsiniz. Biraz da sikkin, bikkin ve mutsuz. Fazlasiyla diyelim. Ama sikin biraz daha disinizi, Siirt'ten Adana'ya kac gunluk yol. Soyle Kyoto’ya gidin haftasonu, gelecek haftasonu da pazartesi gunu tatil gibi gorundugu icin (Manisa'nin yalancisiyiz) Tokyo’ya gidin, gitmisken Cirque du Soleil’i izleyin, acilirsiniz biraz.

Gunde 14 saat calisan insanlarin arasinda olmanin omuzlariniza yukledigi baskinin farkindayiz, sikintiniza bu da sebep oluyor olabilir. Islerinizi yetistiremeyebilecek olmanizin stresi de az uz degil hani.

Ozellikle “usta” olduktan sonrasi icin bir sey soylemek zor. “Filozof” olmak istiyorsunuz, eyvallah, ama nerde nasil? Bir bu kadar daha uzak ulkelerden gelen olumsuz cevaptan mi yakinasiniz yoksa bir kac saat otenizde olan ve olmak istediginiz yerdeki hali hazirda filozof insanlarin size hic cevap vermemelerinden mi! Bos mu verin? Duymamis olalim.

Keske sartlar farkli olsaydi da ulkenizde kalsaydiniz ama Siirt hic oyle demiyor. Acikca diyor ki: 7 seneni harcaman gerekecek filozof olmak icin, dersler alacaksin, yeterlilige gireceksin, az para kazanacaksin, isin olmayan bir suru is yapacaksin. Sen bilirsin?

Hayir sen bilmezsin, biz biliriz. Sen bakma Siirt’e.

Bak diger yandan ne diyor Siirt (dii mi Siirt):

-Evet. Dii. Sikinti yasadigin ulkede ise sadece 3 sene surecek filozof olusun, ders mers yok, hatta tez de yok. Yap arastirmani, cikar makaleni, istee buuu! Ustelik al sana para, al sana malzeme. Istemedigin kadar. Ama birazcik canin sikilabilir bu 3 senede. “Katlaniyor”mussun hissine kapilabilirsin. Olur o kadar. Olacak, olacak, olacak o kadar.

Tesekkurler Siirt. Falimiza geri donelim. Kararsizlik daha da bas gosterebilir. Hemen kara vermeyin, soyle bir Istanbul olsun once, Adana olsun, 1 ay gecsin ustunden sonra karar verirsiniz. Sevdiginizle konusun.

Salı, Haziran 16, 2009

Ucurtma

Ucurtma dedim de aklima geldi: Teyzemin kocasi hava guzel oldugunda bizi her pazar gol kiyisina piknige gotururdu. Her hafta da ucurtma yapardi yeni bir tane. Her hafta cakilirdi yere ucurtma. Her hafta daha buyugunu yapardi, daha uzun ip takardi ucuna, dogayi yenmek ister gibi, "Hadi bunu da dusur, goreyim" der gibi. Doga da hic sikine sallamaz, dusururdu onu da. Biz de 2 dakika ipin ucunu tutmak icin siraya girerdik. Selam verdirirdik ucurtmaya sanki cok bir sik oluyormus gibi. Ucurtma da verirdi selami hic sektirmeden, alay ederdi bizle "Kim kimle oynuyor, dusundunuz mu hic?" der gibi. Biz eglenmemize bakardik, o ucmasina. Sonra o duserdi yere, biz gidip bulmaya calisirdik. Suya cakilirdi genelde, oyle bakardik uzaktan. Ucurtma ucurmanin keyfi bogazimizda kalirdi 1 hafta kadar.

Babam da hic gelmezdi bizimle. Kahvede arkadaslariyla kagit oynardi. Anlatirdik ona soyle boyle diye, hic sikine sallamazdi.

Iste butun bunlar yuzunden, Istanbul'a donunce ucurtma yapip, Caddebostan'da ucurup, denize caktirip, babama anlaticam.

Pazartesi, Haziran 01, 2009

Bobrek Tasi Sureci

Muzdarip oldugum ve ikinci kere tecrube ettigim bu sureci yazayim dedim kendi kendime, sonra bir baktim yaziyorum. Ilkinde hastaligimdan bihaber sekilde yasadigim surecin ikincisi daha heyecanliydi. Cunku sonunda neyle karsilacagimi biliyor ve bekliyordum.

Once, protein agirlikli, bol tuzlu, bol bol kola icerek ve yeterince su icmeyerek gecen yillari yasiyorsunuz. Sonra bunlarin icindeki milyon cesit tuz birikiyor ufak ufak bobrekte. Bu kisim da eglenceli, hic bir sey hissetmiyorsunuz nitekim. Bu birbirine tutunan taşofilik tuzlar, voltran misali tasi olusturuyorlar sonunda. Kum gibi kum gibi cekip gidiyorlar bazi bazi. Burasi da guzel.

Voltranin uyeleri arasinda anlasmazlik cikinca ekip dagiliyor tabii ve daha buyuk gocler basliyor gun isigina dogru. Iste buyuk tasin gorece kucuk parcalari ureter'den (bobregi mesaneye baglayan boru) gecerken bobrek tarafinda basinci artiriyorlar, bobreginizin hacmi artiyor ve tam olarak "Böğür Ağrısı" diyebilecegim agri basliyor. Bogur agriniz varsa cok fazla sivi tuketmeyin, bobreginizi daha fazla sisirip daha fazla aci cekersiniz. Tahminen 1 gun kadar suruyor agri. Benim durumumda cok fazla olmasa da insanlarin bu agridan bayildiklarini duydum. Bu hareket sirasinda kanla karisik, kola renginde isiyorsunuz. Bende cok agri yoktu ama hareketlerimi kisitliyordu hissettiriyordu kendini. Bu bir gunun sonunda mesaneye gelen tas artik size 4-5 gun huzur verebilir. Bir asagi bir yukari oynuyor, zaman olduruyor sanirim.

Asil daha acili olan kismi sonra basliyor iste. Uretra'da (mesanenizi gun isigina baglayan boru) hareket gercekten acili. Ufacik tunelde yuvarlanan dev ve sekilsiz bir sey, duvarlara surte surte geciyor. Uretranizin neresinde oldugunu elinizle yoklayarak ve aciyi takip ederek anlayabilirsiniz. Bu andan itibaren bolca sivi tuketmekte fayda var. Ne kadar tazyikli iserseniz o kadar cabuk biter aci. Onceki postta gordugunuz canavarin cikmasiyla baraj duvari yikilmis gibi artiyor birden debi. Sonra bir ferahlama, bir gulumseme, suratta bir yayilma, gevseme. "Kemik Koleysiyoncusu"nda Angelina Jolie'den ogrenilen "nesnelerin yanina boyutlari belirli bir cisim koyma" teknigiyle fotograf cekme.

Sonra her seye yeni bastan, icinizdeki inci'yi buyutmekle basliyorsunuz.
Bobrek Tasi

Cumartesi, Mayıs 30, 2009

Zaman

Sizce “gelecek zaman” diye bir sey var mi? Gelecek zaman. Orda bekleyen ve gelecek olan zaman.

Zaman uzerinde yurudugumuz bir cizgi mi yoksa biz yurudukce gecen seye mi biz zaman, ve gelen zamana “gelecek zaman” diyoruz? Bir sonraki an gelecek zamandan caldigimiz an mi yoksa o an sadece “o an” mi?

Kaderden mi bahsediyorum yoksa? Kader diye bir sey olduguna inanmiyorum sonucta. Kader dedigin olmus ve olacak seylerin butunudur ve bilinemez nasil olacagi. Iste bu olacak olan seylerin icinde gececegi zaman su anda orda duruyor mu yoksa bizim tanimimiz mi orda olan?

Zaman nedir? Nasil olacak da anlayacagim bunu ben?

“Zaman makinesi” icat edilse bunu su andan biliyor olurduk, orasi kesin. Bilmedigimize gore iki aciklama var onumuzde: ya zaman makinesi diye bir cihaz hic ama hic icat edilmeyecek ya da zaman dedigimiz sey su andan ibaret.

Gelecegi anlamamiz zor, peki ya gecmisi?

Ne kadar eskiyi algilayabilir insan? 10 yil? 50 yil? Babanizin cocuklugunu dusunebiliyor musunuz? Dunya savaslari zamanlarini? Ya da cumhuriyetin ilk yillarini? Fatih’in Istanbul’un fethini? Osmanli’nin Bursa civarinda ilk savaslarini? Istanbul’un sapina kadar Konstantinapol oldugu zamanlari? Kavimler göçünü? Son buzul cagini? Ilk insanlari, 200000 yil once? Afrika’daki primatlari? Pangea’yi? Ilk memelileri? Ilk canlilari? Dunya’nin cok daha sıcak oldugu zamanlari? Dunya’nin seklinin henuz yuvarlak olmadigi zamanlari? 5 milyar yil onceyi? 10 milyar yil onceyi? 13.7 milyar yil onceyi? Varsa daha eskiyi? Ne kadar eskiyi dusunup de anlayabilir insan?

Zaman, gecmisi gelecegi(?).

Var olan tek zaman su an mi yoksa? Gerisinin yarisi fantastik diger yarisi duzmece mi yoksa?

Bunlari, ozellikle gelecegi, “gelecek zaman”i dusunuyorum bir kac gundur ve hic bir yere varamiyorum.

Çarşamba, Mayıs 27, 2009

M.-san

Bir arkadasin labinda bir post-doc var, M.-san. Kendisi Japon ve Japonlarin bir cogunda olan bir ozelligi tasiyor, disleri bozuk. Dissssine kadar Japon. Bunu yazarken zerre dalga gecme niyetim yok M.-san’la, cunku eminim yapacak hic bir seyi yok. En ufak caresi olsa, insan, Turkiye’de olsa gider, bulur.

Yemek yedik bir kere grup icinde, karsima oturmasin diye ne numaralar yaptim ama sansim yaver gitmedi tabii ki. Bir Japonla yemek yemek zaten basli basina bir dert, bir de M.-san dustu basima o gun, ne yedim nasil yedim hatirlamiyorum. Zaten isim var diyip kactim sonunda.

Tanistigimizda ilk aklima gelen ve sadece aklimda kaldigina sevindigim soru su oldu: “Buna ne olmus?”

M.-san’a bakinca neden ön dişlere “ön diş” denildigini anliyor insan. Ama kendisindeki durum “ön diş” degil de daha cok “on diş”. Ağzının onundeki dislerden diyeyim (sadece ust cenesinin onundeki dislerden), 8 tanesi fazla. 8 tanesi alinirsa normal insan dis sayisina +3, +5 ulasir saniyorum, saniyorum cunku agzinin arkasinda kac dis var bilmiyorum, “on diş”ler musaade etmiyor gormeye.

Bakmayayim diyorum ama insan merak ediyor. Guldugunde (!) “on diş”lerinin kokleri gorunuyor. Gercek anlamda gorunuyor. Disardalar cunku. Ustelik siyahlar, sanki dis etleri koklerle birlikte kapiya sıkışmış da morarmış gibi (bu her seyi acikliyor olabilir). Nasil o pozisyonda duruyorlar, ciddi soyluyorum sasiriyorum. Puzzle bittikten sonra hani yapistirmak icin arkasini cevirirken puzzle’in havada kaldigi caresiz bir zaman araligi vardir, arkasinin birisi saka yapip soyle bir dokunsa darmadagin olur, iste o halde disler. Hic bir arkadasi buna saka yapmamis belli ki.

Musaade isteyip bir fotograf cekmek ve herkesi kendi yorumuyla basbasa birakmak var (cunku ben ne kadar anlatsam da olmayacagini bildigim icin bir zamandir erteliyorum yazmayi ama artik oldugu kadar yazacagim dedim) ama makineme yazik valla. En iyi ihtimalle “kullan at” makineyle cekilebilir. Saniyorum dis hekimleri de “makineme yazik” diyerek cekmemisler zamaninda rontgen. Yoksa hic bir hekimin durumun bu vehamete gelmesine izin verecegini sanmiyorum. Onlar da Hipokrat Yemini ediyorlar sonucta. Ama bunun doktoru agzinda lafi gevelemis sanirim toren sirasinda.